Yağmur

Deli gibi yağmur yağıyor. Ve her yağmur ya da kar yağdığında tüm beyaz yakalıların hayalini kurduğu gibi sıcak evin geniş penceresinin önündeyim. Parmaklarımı ısıtan kahve kupasını iki avucumla birden kavramışım, dumanı tütüyor kahvenin. Kokusu davetkâr. Sıcak ve salaş hırkamın kollarını parmaklarıma gelecek kadar çekmişim, alnımı camlara yaslıyor ve yağmurun usul usul yağışını izliyorum evde olduğuma şükrederek. Birazdan rahat koltuğuma uzanacak, müziği durduracak, güzel bir film izleyeceğim. Dizlerimin üzerinde ufak, salaş bir polar battaniye olacak, dokundukça tekrar dokunmak isteyeceğin yumuşaklıkta. Yağmur yağacak, ben duracağım. Evde olduğuma şükrederek belki “home sweet home” diyebilirim içinden, ama check-in yapamam. Yapmıyorum artık, zaten hiç sevememiştim. Neyse bizim yerli Gandalf yanımdayken o yapıyordu çoğunlukla, hiç aksatmaz, bazen de yanımda değilken yapıyordu. Böyle enteresan şeyler yapar o. Puan kazanıyormuş, sıralama falan oluyormuş sonra. Öyle diyor. Neyse konumuza dönelim.

Hafiften yağmur yağdığı doğru ama evde falan değilim, tıkanmış trafikteki bir aracın içinde şoför sıfatıyla seyir halindeyim. Başımı cama yaslıyorum ama ı ıhh, aynı tadı vermiyor. Hatta bir süre sonra bu camlar temiz mi acaba diye geri çekiliyorum. Beynimdeki bu havada kimse dışarıda kalmasın düşüncesi ile korna sesleri ile birbirine karışıyor. O polar battaniye bir süre daha bekleyecek beni anlaşılan. Gelen geçeni izliyorum camdan. Evsizlerden, işsizlerden biri olmadığım, işimden eve gitmekte olduğum için şükretme hali ile sanki bir işe yaradığı görülmüş gibi korna çalıp duranlara okkalı küfürler savurma hali arasındayım.

Yollar kısa süre içerisinde sele dönüşüyor, dakikalar geçtikçe hayalimden uzağa düşüyorum, eve varınca saat bilmem kaç olacak, yemek yenecek, duş alınacak, sonra yatcaz kalkcaz sabah olacak… O camların buğusuna kahve dumanın ardından bakan portreni sana bırakılan yarım hafta sonuna ertelersin artık diyorum içimden. Tıpkı yaşamayı ertelediğin gibi…

Bursa öyle bir şehir ki, O’nu ne tam olarak sevebiliyorsun ne tam olarak O’ndan nefret edebiliyorsun. Belki de ben hep haline şükret, beterin beteri var düsturlarıyla büyüdüğüm içindir. Afrikalı çocuklar örneği ile tabakta yemek bırakmamanın öğretildiği bir nesil ne kadar dibe batarcasına mutsuz ve şikâyetçi olabilir ki?

Şimdi aracımdan inmiş, eve doğru yürürken denizden çıkmış gibi sırılsıklamdım. Küçük bir balıktım işte,  o büyük denizin haliyle farkında olmadığı…

İşin fenası eskiden hangi denizde mutlu olacağımı bilmiyordum. Ama artık biliyorum. Eve yürüye yürüye hadi bilemedin en fazla 30 dklık bir yolculukla gitmenin, yolda karşılaştığın tanıdıklara selam vere vere, hal hatır sorarak günü tamamlamanın, alışverişini koca koca marketlerden değil, “o kaça bu kaça, taze mi bunlar” diye günlük muhabbetlerle bakkaldan, manavdan, kasaptan yapmanın, rezervasyon yapmadan bir yere gitme özgürlüğünün, kaldırımlarda geniş geniş yürümenin, sağında durman gereken yürüyen merdivenlerin, inenlere öncelik verilmeyen metro istasyonlarının olmadığı bir yerde alelacele değil aheste aheste yaşamanın nesi fena?

Bazen bu soruya verebilecek adamakıllı cevaplarım var, bazen yok.

Geliştirici ve Savaşçı

Uzun süredir düşündüklerim arasında bu konuya odaklanmak ta vardı. Geçtiğimiz hafta şirket ziyaretine gelen öğrencilerimizin de aslında bu noktada takıldıklarını sorularından öğrenmiş bulundum. Bir yere kadar gelip takılıyoruz, nereden başlayacağımızı bilmiyoruz, neler yapmamız gerekiyor, sorular değişebilir. Cevapları aynı. Her fırsatta ifade ettiğim gibi ben iyi bir savaşçı ile başarılı bir geliştirici arasında fazla bir fark göremiyorum. Temelde her ikisi de kıt kaynaklara ve olumsuz çevresel faktörlere rağmen mücadeleyi sürdürüyor. Çoğu başarılı iş adamının hikâyesi zorluklarla mücadeleye yönelik çeşitli anekdotlar içerir. Başarmanın belirli bir hedefe ulaşmak olduğunu kabul edersek ve bu süreçte de karşılaşılan zorlukları engel olarak tanımlarsak kişinin başarılı olabilmesi ancak bu engellere göğüs gerebilmesiyle mümkündür. Bunun da yegâne yolu kişinin dayanıklılığını artırmasıdır. Siz de düzenli antrenman yaparak kişisel dayanıklılığınızı artırabilir, zorluklara karşı bakış açınızı değiştirebilir, sonuca ulaşma/başarma becerilerinizi iyileştirebilir ve bir süre sonrasında “başarma alışkanlığı” kazanabilirsiniz.
Türk SAT, Amerikan SEAL ve Rus Spetsnaz komandoları gibi Özel Kuvvetlere bağlı askerler tüm zorlu koşullarda bile hedeflerine ulaşabilmek için öncesinde çok ciddi bir eğitimden geçiriliyorlar. Eğitim süreçleri sırasında aşırı derecede uykusuz bırakılma, güneş ışığından mahrumiyet, zaman bilincinin kaybettirilmesi, dar alanda yatırılma, yüksek ses, ani şoklar, aşağılanma ve sandep (Sensory Deprivation) yani duyuların bilinçli olarak kısıtlanması – gözlere bant bağlanarak kişinin görmesinin engellenmesi- gibi çok çeşitli zorlu etaplardan geçen bu özel birlik mensupları eğitim bittiğinde son derece yüksek bir özgüvene sahip oluyorlar. İşte, bu özgüven de onları tüm özel harekâtlarda karşılaşacakları her türlü zorlukta, “Ben bunu aşarım çünkü benzerlerini de aşmıştım” kafasıyla yaklaşmaya alıştırıyor. Bizim eğitim sistemimizi düşündüğümüzde böyle bir durumun ufak bir kısmının bile olmadığını hepimiz biliyoruz.

Hayallerinize kendi canınızı yakmadan ulaşamazsınız

Aynı durum ve kuralların geliştiriciler için de aynen geçerli olduğunu düşünüyorum. Bugün projesini hayata geçirmek için yalın girişimcilik (lean startup) akışını kullanan bir geliştiricinin cebinde fazla parası olmadığından sıkı bir mücadeleye de hazır olması gerekiyor. Bu mücadele ekseninde her şeye tek başına ve sıfırdan başlayan bir geliştiricinin haftada 100 saat çalışması, ciddi miktarda uykusuz kalması, eline geçen irili ufaklı her türlü bütçeyi işine aktararak yediğinden, içtiğinden kesmesi ve sıfıra yakın bir sosyal yaşantıya sahip olması gerekiyor. Tüm bu zorlu etaplarda da aile-arkadaş çevresinin ona başaramayacağını söylemesi durumunda bile girişimcinin mücadeleyi bırakmaması şart.

“Ben her engeli aşarım” duygusunu yaşayan bir girişimciyi sonrasında projesine odaklamak daha mümkün hale geliyor. Hayalleriniz varsa bunlara kendi canınızı yakmadan ulaşamazsınız. Önce çok isteyeceksiniz, ardından her türlü baskıya tahammül edeceksiniz, zorluklara direneceksiniz, araştıracaksınız, okuyacaksınız, sonra odağınızı kaybetmeyeceksiniz ve ardından doğru yöntemi bulana kadar denemeye devam edeceksiniz. Bazen yöntemi, bazen de projeyi değiştirmeniz gerekebilir ama bunu da ancak denemeye devam ederek tespit edebilirsiniz. Beden yıprandıkça, ruh olgunlaşır.

Mutlu haftasonları.

Exit mobile version